22 Aralık 2009 Salı



YENİDEN BAŞLAMANIN VAKTİ GELDİ SANIRIM. MERHABA!

4 Eylül 2009 Cuma

Kendimi terketmek istiyorum

27 Ağustos 2009 Perşembe

KOLTUĞUN KADERİ

Dün gittim evimi tuttum! Cumartesi günü taşınıyorum inşallah. Toplanacak dünya kadar eşya var, neyse ki annem geliyor. Her zamanki gibi, kurtarıcı meleğim benim.
Hayatımın bir döneminde de Residence'de yaşadım diye anlatırım artık torunlarıma... Gerçi biyolojik olarak torun sahibi olma kapasitesi görmüyorum kendimde ama, olsun. Kuzenlerin torunlarının cicianneannesi olsam da bana yeter.
Bu tuttuğum ev, son dakikada bulundu, bütün baktıklarımdan daha güzel ve daha ekonomik oldu, çok da iyi oldu. Ben her akşam, ekimin 15'ine kadar havuza girer miyim? Bence girerim.
Günlerdir, Kaymak'ın yediği koltuğu ne yapacağımı düşünüyordum. Dün akşam, yediği yatak köşesini kamufle etmek için akşamın 10'unda haldır haldır migrosa gittim, havlu çarşaf alırken, battal boy çöp poşeti alıp koltuğu evden öyle çıkarmak çok mantıklı geldi. Son günlerde, çöp konteynerı, siyah poşet etiketli haberler kanımızı dondurdu gerçi... Ev sahibine yakalanma korkusuyla, bir gören olur şüphelenir, benim koltuk deşifre olur korkusuyla, kurbanımı poşetleyip çöpe sabahın köründe indim. Ama benim mini! koltuğum, konteynera sığmadı...
Neyse uzak bir yere atayım dedim ama, bagaja da sığmadı. Arka koltuk çabalarım da sonuçsuz kaldı. Tıslaya tıslaya, yolun karşısındaki boş arsaya yürüdüm. Şu anda, kendisi kaderiyle başbaşa. Umarım ev sahibim, iş dönüşü filan kafasını arsaya doğru çevirip oralara bakmaz...

26 Ağustos 2009 Çarşamba

YENİ BİR HAYAT

Güzel pazar günümü, Kundu sonrası, Alanya gezisine ayırdım.
Taşınmadan biraz aşina olmak lazım...
Alanya, Side'den daha büyük, daha bir şehir havası var. Ama bir o kadar da cool. O ne avrupai bir tarzdır... Limana, oradaki mekanların alayına bayıldım.
Her yer yemyeşil, sokaklar tertemiz. Ayrıca, Alanya'da çalışan bir tane bile sokak işçisi çocuk yok, meğer bu tescillenmiş bir durummuş, onu da ayrıca takdir ettim. Alanya'yı çok sevdim sevgili blog. Gidilesi, görülesi, yenilesi, içilesi...
Keşfe çıktığım yerlerde, sokaklarda kaybolmaya bayılıyorum. Her bulduğum dükkana, tezgaha baka baka ilerlerken, tahminle bulmaya çalıştığımız yönümüzü tamamen kaybettiğimize kanaat getirip olaya müdahale ettim ancak, benim doğru olduğunu iddia ettiğim yöne gitsek, muhtemelen dağa çıkacaktık, çünkü benim dağa çıktığını iddia ettiğim dediğim yön, direkt deniz kıyısına indi! Ben de gerçek bir yön ve coğrafya özürlü olduğumu bir kez daha kanıtlamış oldum. Yokuş yukarı giden yolun denize nasıl indiğini hala anlayabilmiş değilim.
Efendim sokağın sonunda karşıma çıkan manzara yanda, yat limanı...

21 Ağustos 2009 Cuma

Aklımın İplerini Saldım




Yok yok, göçebelik kesin ruhumda var benim. Gidicem gidicem dedim, sonunda gidiyorum. Yine hiç bilmediğim bir yer, yine bir(!) valizimle köpeğimi alıp yanıma, düşeceğim yollara. Tabi eşyam biraz arttı bu süreç içinde. Bir ütü masası, bir çamaşır kurutmalık, bir elektrik süpürgesi, yastığım yorganım battaniyem(gülmeyiniz...), haftada 3 kere yıkamaktan psikopatça zevk aldığım çarşaflarım, havlularım, ufak tefek mutfak eşyalarım... Bunların hepsini benim araba alır mı ki? İki sefer yaparım olmadı... Ev sahibine anahtarı teslim etmeden köpeğimin yediği yatak köşesini ve canına okuduğu mini koltuğu bir şekilde izole etmem gerekiyor.

Cumartesi Alanya'ya gidip, köpek kabul edecek eşyalı ev bulan emlakçı kadınla buluşulacak, yeni yerle anlaşma imzalanacak, eski patrona çemkirilecek... Pazar günü İstanbul'dan gelen kadim dost Kaan'ı görmeye gideceğim Kundu'ya. Ama o 5 yıldızlı otele hapis, benimse ruhumu bozuyor o yerler. Otelin lobisinde 5 dakika oturduk, içim daraldı. Her yer sütun, içine sığacağım büyüklükte vazolar, ağır kadife perdeler... İçim kıyıldı.

İki gün önce Antalya şehir merkezindeyim, bir turist kafilesi yolda. Yabancı plakalı, yepyeni karavanlardan oluşan bir konvoy. En temiz tatil. Bin karavanına, takıl... Oh mis. Otelde semirircesine yiyip, havuz diye iteledikleri, metrekareye 4 kişi düşen mikrop yuvası su birikintisinde debeleneceğine, istediğin koya çek, at masanı önüne, deniz essin püfür püfür. Şarap mı çekti canın, al marketten yakutu 25 liraya, kes yeşil elmanı ortadan ikiye, güneşin batışını izle.
Hayat bu...
P.S: Yeni evde fırın yoksa, şu minnacık olanlar var ya, bir tost ekmeği pişirecek kadar, üstünde yumurta tavası, kahve ünitesi( peh peh...) olanlardan, alacağım bir tane. Pizzasızlık canıma yetti.

20 Ağustos 2009 Perşembe

Alanya'nıııın yolları taştannnn, sen çıkardııın beni beni baştaaannn!

17 Ağustos 2009 Pazartesi

GÜNAAAAAYYYDIIIINNNNNNNN!



Bugün pazartesi. Mesaiye başladığım için sanki mutluyum :) Mızmızlanmayacağım. Millete de kızıp kızıp buraya yazmayacağım. Çünkü ben çok önemli bir şey keşfettim. Çünkü hayat, hiç planlamadığımız anda bizimle oynayabiliyor. Hatta bizden sıkılıp bizi saf dışı bırakmaya çalışabiliyor. Hayatımda ilk kez, geçtiğimiz çarşamba gecesi ölüme bu kadar yaklaştım. Takip eden 4 gün boyunca yattığım hastane odasının penceresinden bakarken, dünyanın ne kadar da beni/bizi umursamadığını gördüm. İnsanın gerçek yakınlarının ailesi olduğuna bir kez daha tanık oldum. Haber vermediğim halde; hisseden, beni günde 37 kez arayan annem, az kalsın kuş olup uçacakken; mesai arkadaşımın iki kat yukarı çıkamadığını gördüm.

Olsun. Şimdi sağlıklıyım. Hala ufak izler var ama, olsun, ziyanı yok. Ayaktayım.

Uyandım.

11 Ağustos 2009 Salı

SEN Kİ, ÖZGÜRLÜK KADAR GÜZELSİN, SEVGİ KADAR ÖZGÜR...


Bu aralar, her gittiğim yerle ilgili yazmak istiyorum ama, fotoğraf makinamı taşımayı hala öğrenemediğim için, telefondan da aktarmayı beceremediğim için, bütün anılar silinip gidiyor. Silkelen ve şu tembellikten kurtul İpek!

Buradaki vademin yavaş yavaş dolduğunu hissediyorum. Ters çevirdiğim kum saatinin haznesi hızla tükenmekte. O alt kadrana geçen her bir kum taneciği kadar özgürüm. Dünya benim oyun alanım. Yeni bir yolculuk gözüküyor ufukta. Bilmediğim yeni bir kente doğru yol alacağım sanırım, çok güçlü hissediyorum bunu. Burada kurduğum bu küçük hayat da hafızamda yerini alacak. Tıpkı söylediğim gibi, yol ayrımına geldiğimde, dönüp bir el sallayacağım, o kadar...

Zaman çok hızlı geçiyor, zihin inanılmaz bir elekten geçirip depoluyor herşeyi. Sonuçta insanın yanına sadece yaşadıkları kar kalıyor, hatta sadece güzelleri.

Bu kadar aitlikten uzak olmak iyi mi, kötü mü çözemedim. Ancak, taşıdığım her sorumluluk omzumda bir yük hissettirdiğinden olsa gerek, fazlalıkları hiç barındırmıyorum.

Şu kısacık zamanda, çok değişik insanlar tanıdım. Çok farklı hayatlara dahil oldum.

Herşey geçer, hayat çılgın bir devinimden ibaret.

Bir adadayım ben. Güvenli karasuları olan, yeşil, insansız, vahşi bir ada. Ara sıra okyanusa açılıp, sonra kendi güvenli sularıma dönmekten nasıl da mutluyum...

6 Ağustos 2009 Perşembe



Kendime bu klayveden alsam, bi heves yazar mıyım acaba?

27 Temmuz 2009 Pazartesi

EFLATUN NE DEMİŞ?

....
"Kimseye kendinizi sevdirmeye kalkmayın! Yapılması gereken tek şey, sadece kendinizi sevilmeye bırakmaktır. Ve önemli olan; hayatta, en çok şeye sahip olmak değil, en az şeye ihtiyaç duymaktır..."

Kena(n)r Süsü


Anlatmalıyım. Yoksa yüküm hafiflemeyecek. İnsan kendine rağmen yapıyor ya bazı şeyleri... Bazen, tüm bunların bir rüya olmasını diliyorum. Bazense, bu rüyadan hiç uyanmamayı. Her ne olursa olsun, değişmeyen tek şey benim.

Öfkemi bu sabah doğan güneşe bıraktım ben, alsın göğe çıkarsın diye. Ama bir bulut geldi, güneşimi örttü. Öfkem kayıp şimdi. İçimde deli bir özleyiş... Kaybetmekten korkuyorum desem, benim olmayan bir şeyi nasıl kaybedeyim ki...

Bu sabah karmakarışık hislerle ayrıldım yanından. Dönüp sana bir tokat mı atsam, arkandan gelip olay mı çıkartsam, kendimi bi ortadan kaldırsam, bilemedim. Sonra eve dönmeye karar verdim. Gelmek zorunda olduğum bir iş vardı, sen her ne kadar önemsemesen de benim bir hayatım vardı.

Dönüşte Sıla'nın albümünü aldım benzinlikten. Dinleye söyleye, ağlaya döndüm eve. İki gün önce yıkadığın, hala sepette duran bardaklara baktım, ayakkabılığa koyduğun terliklerine baktım, yere dökülmüş 2 saç teline baktım, okkalı bir küfür salladım sana. Öyle ya, çok güçlüydüm ben. Çok kalburüstüydüm, sen kimdin ki... Hayatıma bakıp bakıp, boyalı sahte egomu okşayıp biraz daha şişirdim sabah sabah.

İşe geldim sonra. Gözümü kırpmadan güneşin doğmasını beklediğimden, sade kahveye boğdum kendimi. Sıla'nın şarkılarıyla göğe yükselttiğim öfkemin önüne bulutlar düştüğünden beri bu satırları yazıyorum. Yazmalıyım, yoksa içim perperişan. Yoksa herşey acı, eksik. Küçücük kaldım, bilemezsin. İçimden taşan o koca ego seli herşeyi yıktı, gitti. Şimdi içimde ıssız, çamurlu sokaklar var. Sel suları çekildi, sadece gözümdeki damlalar kaldı şimdi.

Bu satırları bir reçete kağıdına yazıyorum. Altında bir not var " Tekrar gelirken reçeteyi beraberinizde getiriniz". Acaba bu reçeteyi sana getirmeli miyim? Yoksa bir doktora götürüp, "buna bir çare bul" mu demeliyim?


P.S.:Özel izinle alıntıdır.

20 Temmuz 2009 Pazartesi

BİR GARİP AÇMAZ

Sabah kahvaltısı yaparken, ve eğer evde yiyorsam, akşam yemeğinde açıktır televizyonum. Genellikle haber saatidir. İki gün önce, yine haberleri izliyorum.
TEM otoyolunda yaşanan bir trafik kazası haberi... Spiker haberi sunarken, ekranda simsiyah asfalt,üzerinde tuzla buz olmuş cam kırıkları. Beyaz bir spor ayakkabısı teki. Yol kenarında oturmuş, ellerini yüzüne kapatmış ağlayan bir adam. Gömleği kan olmuş, şakağında kurumuş kan var. "Biri hafif yaralı kurtuldu" diyor spiker, "diğeri hayatını kaybetti".
Bakıyorum ekrana...
Asıl hayatını kaybetmiş gibi duran, ellerini yüzüne kapatmış, ağlayan adam. Şakağındaki kurumuş kana aldanmamak lazım, kalbi hala kanıyor. "Hayatım, beni bırakıp gitme" diyor; ama ses yok... Kamera, üzeri örtülü kişiye yaklaşıyor. Kumral bukleler görüyorum, beyaz örtünün altından. Ölmüş olduğuna inanmak öyle güç ki... Sanki örtüyü kaldırıp, koşup ağlayan adama sarılacak. "Gitmedim hayatım, bak buradayım ben. Hem şakağın kanamış senin. Acıyor mu canın?" deyiverecek. Ama örtüyü kaldırmıyor bir türlü. Çoktan gitmiş... Kimbilir nereye giderlerken, hiç planlamadıkları bir anda, alt üst oldu herşey. İkisi de hayatını kaybetti. Tek fark, biri dünyada kaldı.
Sevdiğimi kaybetme korkusu, içimi kemirir her zaman. Birinin soğuk bedenine sarılıp ağlamak, bu dünyada en çok korktuğum şey. Bedenini tonlarca soğuk toprağın altında bırakıp, yavaş yavaş yok oluşunu düşünmek. Bir daha asla sana sarılmayacağını bilmek. Sesini özlemek... Garip bir şekilde, artık olmadığını bilmek...
Onun için, birine asla çok kızamam ben. Çünkü her çok kızdığımda, onu bir daha görememe ihtimalimi düşünürüm. Bir daha asla onu sevdiğimi söyleyememe ihtimalimi... Ya ben onu yeterince sevemeden ölürse? Bir kere daha öpemezsem onu? Ya ona sarılıp uyuduğum son geceyse?

16 Temmuz 2009 Perşembe

KENDİMLE KONUŞURKEN...

Polyanna değilim ben... Hatta canım bişeye sıkıldı mı, çok sıkılır. Birine kızdığımda mesela, ertelemem asla, içimde biriktirmem, en azından kendimle yüzleşirim. İnsanlar beni en fazla bir kez üzebilsin, ikinciye fırsatı olmasın diye. Koşullarımı hep iyi tutmaya çalışırım, mutsuz eden şeyi barındırmam bünyemde.Biraz kalır sadece, olgunlaşana, vadesi dolana dek...
Etrafımdaki insanları hayretler içinde izliyorum. İnsanlar inanılmaz mutsuz, inanılmaz şikayetçi. Olamaz mı? Elbette olabilir. Lakin benim takıldığım nokta bambaşka...
İnsan kendini rahatsız eden bir durumla neden yaşar? Neden her gün şikayet edip, her gün bir öncekine benzer bir güne uyanır? Bu kocaman bir çelişki değil mi?

Bir insanın mutlu olması, bencil olmamasıyla birinci dereceden alakalı bence. Bencil insan, vermeden almak istiyor, istediğini elde edemeyince şikayetleniyor, ama o kadar bencil ki, elini de taşın altına sokmuyor. Kendini beğenmiyor, işini beğenmiyor, şartlarını beğenmiyor, arkadaşlarını beğenmiyor. Suçu hep başkalarına atıyor. Yarattığı bu rezil dünyada her günü mutsuzluk ve şikayet içinde geçirip, zaman öldürüyor. Ay içim karardı...

13 Temmuz 2009 Pazartesi

BEYAZ BÜYÜ, HİPNOTİK KOKU,SAF PARFÜM

Evimin önünde kocaman bir yasemin ağacı var, çalısı mı desem acaba. İlk geldiğim zamanlarda yeni yeni tomurcuklanıyordu, ilk çiçeğini heyecanla kokladım. Bir gün işten dönerken gördüm ki, palmiyeler, zakkumlar ve güllerle birlikte budanıvermiş. Benim koparmaya kıyamadığım o mis beyaz çiçekleri budanan dallarda kalmış, o dallar öylece yolun kenarına atılmış. Tereddüt etmeden topladım budanan dallarda kalan yaseminleri... Eve çıktım, bir kaseye doldurdum. O gece, bir kadeh beyaz şarap eşliğinde mum yakıp, Enya dinleyip,kasedeki yaseminlerimi kokladım. Bu yaseminin üzerimde anlatılması güç bir etkisi var. Yasemin kokulu bütün sentetik ürünleri arıyor, buluyor, kullanıyorum. Canlı çiçeklerini sadece dallarda kokluyorum, kıyamıyorum. Yasemin kokmaktan büyük keyif alıyorum. Geçenlerde keyifle bitirdiğim kitabım Parfümün Dansı'nın ana teması pancar olsa da, yardımcı teması yasemindi, kitabı bile sırf bunun için sevmiş olabilirim!
Kokular neden bizi bu denli etkiler? İnsandaki çağrışım oyununun vazgeçilmez öğelerinden biri midir koku? Bu sorunun yanıtını bilmiyorum ama, bu dünyaya çiçek olarak gelsem yasemin olurdum, orası kesin.
Ben bunları yazarken, masamın üzerinde dumanı tüten bir fincan dolusu kahve, kokusu odayı dolduran bir avuç yasemin var. Budanan çalı yeni filizlerini verdi bile. Her sabah yere döküyor çiçeklerini, o kadar çok... Ve ben her sabah, yere dökülen yaseminleri toplayıp odama getiriyor, gün boyu kokluyorum... ve Tanrı'ya şükrediyorum, bize yasemin, ve daha birçok şeyi verdiği için...

7 Temmuz 2009 Salı

HEART ATTACK


Hiç bu kadar dolup taşıp, anlatamadığım olmamıştı...







1 Temmuz 2009 Çarşamba

ERCHLEIDA ft. EUREKA

Bütün insanlara adil olan bir tek şey var.

Bugün öğleden sonra otururken kafamda yanan ampulle aydınlanmış durumdayım... Daha doğrusu, birkaç gündür aklıma silik bir siluet gibi bir şey gelip gidiyordu,ama yakalayamıyordum bir türlü. bugünse, onu apaçık görmüş bulunmaktayım. Heyhat!

Efendim mevzuu bahsimiz bir kavram olmakla birlikte, kimseye ait değil.

Şimdi diyeceksiniz ki, birçok şey ortak. Evet haklısınız. Dünya hepimize ait, gökyüzü hepimize ait, gökkuşağı, doğa ana, yağmurlar, şehirler, yollar,insanlar,kediler... Ama bunlar birer madde. Benimkisiyse, bir kavram... Soyutlara bakalım bir de. Tanrı bile hepimize ait değil, inanmıyorsak eğer. O inananlarının tanrısı ancak ve ancak (ben de ürperdim, evet). Ama doğru. Kader diyeceksiniz, kader de şahsa ait. Fikirler, şahıslara ait.

Gördüğünüz gibi, birçok şey ortak malımız gibi görünmekle birlikte, hepimizin sahibi olduğu bu "şey"ler aslında kişiye özgü. Gelgelelim, öyle birşey var ki, hepimize adil. Herkese ait. Daha doğrusu, herkes ona ait.
ZAMAN

Ve biz fani insancıklar, zaman ait olduğumuz gerçeğini ömür boyu inkar eder dururuz. Zamanla ilgili yığınla edebiyat parçalarız. Zamanı iyi kullanamamaktan yakınırız, zamanın geçmesinden yakınırız. Sanki o bize aitmiş gibi, ondan memnuniyetsizliğimizi dile getirir,dururuz. Oysa, şu an pekçoğumuz yok oluversek bile, o sahibi olduğuımuzu iddia ettiğimiz melun(!) yoluna aynen devam eder. Biz, ömür boyu onu inkar ederiz. Yaşlanmayı geciktirmek isteriz, kremler süreriz, spor yaparız, kurslara filan gideriz, öğreniriz, faydalı insanlar oluruz... Aslında biz, sadece onu inkar etmeye çalışırız. Ömür boyu, kendimizi kendimize ispatlamaya çalışırız.Tabi bu arada, kendisi akıp gitmektedir. Bizi, ondan çok daha az seven ŞANS a bile aşığızdır. Halbuki o , içimizden pek azını sever, onları bile pek nadir ziyaret eder. Ama zaman öyle mi ya...Var mı bu hayatta zaman kadar merti, adil olanı? Soruyorum sizlere...


P.S:Başlık, ayrı bir muamma, onu da sonra anlatırım(bkz. Orhan Veli)...







30 Haziran 2009 Salı

SPESİFİK İNHİBİSYON



İnsanın hayat boyu çağrışım oyunu oynadığını söylemiştim. Sevgili neokorteksimiz, can sıkıntısından kelli, arada kendini güncelliyor, bir bakıyorsun eski bir dosya masada. Kapağı da tanıdık üstelik. Merak peşini bırakmıyor, açıyorsun. Harry Pottervari bir ışık dolduruyor odayı açılan dosyadan.

Bir bakıyorsun, içindekiler, sanki daha dün yazılmış!

Gıcır gıcır!

O kadar mı keskin olur detaylar...

Okumasan, çatlarsın... Çocukken sonunu bildiğimiz masalları ısrarla anlattırdığımız gibi, yaşanmışlıkların üzerinden geçmek, acı dolu bile olsa garip bir haz verir bize...

Belki, insan anılarla varolduğundandır. Yaşanmışlıkları ölçüsünde kendini kabul ettiğindendir. "Ne olursa olsun, bana ait" dediğimizdendir. Kendini bağışlayıp benimsemektendir. Emin olma isteğindendir belki... Onlar gerçektir, yaşanmıştır ve en önemlisi bize aittir.

Arada girip toz almakta fayda var...

Evet bugün sıkıcıyım...

26 Haziran 2009 Cuma

HER ZAMAN KALBİMDESİN JACKSON...


"You Are Not Alone"Another day has goneI'm still all aloneHow could this beYou're not here with meYou never said goodbyeSomeone tell me whyDid you have to goAnd leave my world so coldEveryday I sit and ask myselfHow did love slip awaySomething whispers in my ear and saysThat you are not aloneFor I am here with youThough you're far awayI am here to stayBut you are not aloneFor I am here with youThough we're far apartYou're always in my heartBut you are not alone'Lone, 'loneWhy, 'loneJust the other nightI thought I heard you cryAsking me to comeAnd hold you in my armsI can hear your prayersYour burdens I will bearBut first I need your handThen forever can beginEveryday I sit and ask myselfHow did love slip awaySomething whispers in my ear and saysThat you are not aloneFor I am here with youThough you're far awayI am here to stayFor you are not aloneFor I am here with youThough we're far apartYou're always in my heartFor you are not aloneWhisper three words and I'll come runnin'And girl you know that I'll be thereI'll be thereYou are not aloneFor I am here with youThough you're far awayI am here to stayFor you are not aloneFor I am here with youThough we're far apartYou're always in my heartFor you are not aloneFor I am here with youThough you're far awayI am here to stayFor you are not aloneFor I am here with youThough we're far apartYou're always in my heartFor you are not alone...

25 Haziran 2009 Perşembe

UZUN İNCE BİR YOLDAYIM, GİDİYORUM GÜNDÜZ GECE...



Hayatta herşeyin bir vadesi olduğuna inananlardanım ben. Vakti dolduğunda düşer yaprak, vakti gelince karlar erir. Bütün dünya bir araya gelip yağmur yağmasını dilesek, yine o bildiği anda yağar. Zamanının gelmesini bekler, tıpkı bir ermiş gibi. Kulağına tanrı fısıldamadan açmayan çiçektir o.

Biz ne yaparsak yapalım, ya da ne yapmazsak yapmayalım, herşey öylece durur, ve hayatın o görünmez saatinin gongunu bekler.

Çocukken, zaman dediklerinde, gözümün önüne gelen bir görüntü vardı. Resmedebilsem keşke. Arasında sonsuz derinlikte bir uçurum olan iki dev kaya (bir kanyonun tepesinde olduğunuzu düşünün), ve bu ikisinin üzerinden geçen, uçlarının nereye bağlı olduğunu göremediğiniz, inanılmaz kalınlıkta iki urgan, ve iki dev kaya arasındaki o sonsuz boşluğun üzerinde bu iki urganın yarattığı düğüm.

Zaman, hala bu benim için.

Nereden gelip nereye gittiği belli olmayan, kimin hükmettiğini bilemediğim, ama mutlak bir sahibi olduğuna inandığım.

Kendi zamanıma hükmedebilseydim keşke... Ama sanırım bu aynı zamanda, bütün dünyanın zamanına hükmetme isteği olur ancak. Ne de olsa, domino taşları gibi bağlıyız birbirimize.

O vaktin dolduğu fısıldandı mı kulağımıza, içimizdeki o görevi yerine getirme aşkıyla, herşeyi öylece bırakıp, bize gösterilen yeni yolda yürüyoruz.

Yeni yollar her zaman sürprizlerle doludur ey yolcu!

Hepimiz birer Aragornuz aslında.

Birer asa elimizde, sırtımızda bir heybe. O asa, koruyucumuz bizim. Yol bulmamıza yardım eder, düşmanlarla savaşmaya yarar. Onun çağdaşı MANTIK...

O heybede ise, yol boyu ihtiyacımız olanları taşır dururuz. Onun çağdaşı TECRÜBE...

Hayat bu kadar basittir aslında işte...

Birer asamız ve birer heybemizden başka, kayde değer hiçbir şeyimiz yok bizim. Dünya denen bu labirentte, sayısız yollar kesişir birbiriyle. . Kimi zaman, yol arkadaşlarımız olur, bir süre birlikte yürürüz. Sapağa geldi mi, bir el sallayıp döner kendi yoluna.

Hayat bu kadar basittir aslında işte.

22 Haziran 2009 Pazartesi

BİR EVLİLİK NASIL KURTULUR?

Üyesi olduğum mesleki bir forum sitesi var, her sabah işe geldiğimde bir göz atarım kahvemi içerken. Mesleki konular kadar; günlük hayat, kültür, edebiyat, siyasete yönelik konularda da herkes fikrini paylaşır naçizane.
Bu sabah açtığımda; son yazılan başlık bölümünde okudum: Bir Evlilik Nasıl Kurtulur?
Kahvemi döküyordum az kalsın.
Bir evlilik neden kurtarılsın? Dahası, neden kurtarılmaya ihtiyacı olsun? Yüzme bilmeyen adam mı bu can simidi atıyorsun?
Ben hayatımda böyle saçma şey duymadım.
Evlilik kavramı çok kutsal, çok mahrem. Ancak ben, insanların birbirine iplerle bağlanamayacağını düşünüyorum. Bir insanın size tahammülü kalmadıysa, bırakın gitsin. Hatta lütfen gitsin, bir dakika durmasın.
Ama çocuklar, ama aile bütünlüğü vs vs...
Eminim, dünya üzerinde hiçbir insan yoktur ki, boşanma kararı aldığında çocuğunu düşünmesin. O insan gidiyorsa, o çocuğu, sizi ve daha bir çok şeyi gerçekten gözden çıkarmıştır. Kimseyi zorla yanınızda tutamazsınız. Onun için, evliliğinizi filan kurtarmayın, bırakın batıyorsa batsın...

13 Haziran 2009 Cumartesi

Olmaz birtanem, olmaz sevdiğim... Olmaz inan bana olmaz, aşk böyle olmaz...

Yazmıyorum kaç zamandır. Havalar güzel, ben güzel. Bi de bu aralar düşünmüyorum. Kafamı kapattım. Çünkü düşününce arızaya geçeceğim işler peşindeyim. Garip olan, feci mutluyum. İnsan hiçbir şeye "olmaz" demeyecek. Demeyecek işte.

1 Haziran 2009 Pazartesi

ÇAĞRIŞIM OYUNU

gerçek, emre, yalan, ben, paris, çark, madalyon, korsan kitap, akrabalar, annem, okul, risk, acil servis, uzun yol, babam, nişan, başkent, kaymak, hayal, çapa tıp, lal, o sınav, blog, cerrahi kliniği, içi boş, kolay, mecnun, onur, kırık dökük anılar, savaş, kedili sır defterim, umut, bugün, umut :), küllerinden doğmak, dua, yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var

30 Mayıs 2009 Cumartesi

ÖZET GEÇİYORUZ




Öğrendim ki... Kimseyi sizi sevmeye zorlayamazsınız.

Kendinizi sevilecek insan yapabilirsiniz, Gerisini karşı tarafa bırakırsınız.



Öğrendim ki... Güveni geliştirmek yıllar alıyor, Yıkmak bir dakika.



Öğrendim ki... Hayatında nelere sahip olduğun değil Kiminle olduğun önemli.



Öğrendim ki... Sevimlilik yaparak 15 dakika kazanmak mümkün Ama sonrası için bir şeyler bilmek gerek.



Öğrendim ki... Kendini en iyilerle kıyaslamak değil Kendi en iyinle kıyaslamak sonuç getirir.



Öğrendim ki... İnsanların başına ne geldiği değil O durumda ne yaptıkları önemli. Öğrendim ki... Ne kadar küçük dilimlersen dilimle Her işin iki yüzü var.



Öğrendim ki... Olmak istediğim insan olabilmem Çok vakit alıyor.



Öğrendim ki... Karşılık vermek Düşünmekten çok daha basit.



Öğrendim ki... Bütün sevdiklerinle iyi ayrılman gerek Hangisi son görüşme olacak bilemiyorsun.



Öğrendim ki... 'Bittim' dediğin andan itibaren Pilinin bitmesine daha çok var.



Öğrendim ki... Sen tepkilerini kontrol edemezsen Tepkilerin hayatını kontrol eder.



Öğrendim ki... Kahraman dediğimiz insanlar Bir şey yapılması gerektiğinde Yapılması gerekeni Şartlar ne olursa olsun yapanlar.



Öğrendim ki... Affetmeyi öğrenmek deneyerek oluyor.



Öğrendim ki... Bazı insanlar sizi çok seviyor Ama bunu nasıl göstereceğini bilemiyor.



Öğrendim ki... Ne kadar ilgi ve ihtimam gösterseniz Bazıları hiç karşılık vermiyor.



Öğrendim ki... Para ucuz bir başarı.



Öğrendim ki... En iyi arkadaşla sıkıcı an olmaz.



Öğrendim ki... Düştüğün anda seni tekmeleyeceğini düşündüklerinden bazıları Kaldırmak için elini uzatır.



Öğrendim ki... İki insan aynı şeye bakıp Tamamen farklı şeyler görebilir.



Öğrendim ki... Aşık olmanın ve aşkı yaşamanın çok çeşidi vardır.



Öğrendim ki... Hiç tanımadığın insanlar, iki saat içinde, senin hayatını değiştirir.



Öğrendim ki... Anlatmak ve yazmak ruhu rahatlatır.



Öğrendim ki... Duvarda asılı diplomalar İnsanı insan yapmaya yetmez.



Öğrendim ki... Aşk kelimesi ne kadar çok kullanılırsa, anlam yükü o kadar azalır.



Öğrendim ki... Karşısındakini kırmamak ve inançlarını savunmak arasında çizginin nereden geçtiğini bulmak zor.



Öğrendim ki... Gerçek arkadaşlar arasına mesafe girmez. Gerçek aşkların da!



Öğrendim ki... Tecrübenin kaç yaşgünü partisi yaşadığınızla ilgisi yok, Ne tür deneyimler yaşadığınızla var.



Öğrendim ki... Aile hep insanın yanında olmuyor. Akrabanız olmayan insanlardan ilgi, sevgi ve güven öğrenebiliyorsunuz. Aile her zaman biyolojik değil.



Öğrendim ki... Ne kadar yakın olursa olsunlar En iyi arkadaşlar da ara sıra üzebilir. Onları affetmek gerekir.



Öğrendim ki... Bazen başkalarını affetmek yetmiyor. Bazen insanın kendisini affedebilmesi gerekiyor.



Öğrendim ki... Yüreğiniz ne kadar kan ağlarsa ağlasın Dünya sizin için dönmesini durdurmuyor.



Öğrendim ki... Şartlar ve olaylar, Kim olduğumuzu etkilemiş



Öğrendim ki... İki kişi münakaşa ediyorsa, Bu birbirlerini sevmedikleri anlamına gelmez. Etmemeleri de sevdikleri anlamına gelmez.



Öğrendim ki... Her problem kendi içinde bir fırsat saklar. Ve problem, fırsatın yanında cüce kalır.



Öğrendim ki... Sevgiyi çabuk kaybediyorsun, pişmanlığın uzun yıllar sürüyor.



ATAOL BEHRAMOĞLU

28 Mayıs 2009 Perşembe

SALSA FESTİVALİ 29 MAYISTA BELEK'TE!

Antalya'nın turizm beldesi Belek'te, 29-31 Mayıs tarihleri arasında dünyaca ünlü starların canlı performans sergileyeceği 1. Turkish International Salsa Festivali'nde salsa rüzgarları esecek.
TAT Golf International Golf Club'ın ev sahipliği yapacağı festival, Latin TR Dans Akademisi sponsorluğunda gerçekleştirilecek. Dünyanın en popüler dansları arasında yer alan Küba'nın özgün salsa dansının yaygınlaştırılmasının hedeflendiği festival kapsamında düzenlenecek gösteri ve yarışmalarda dereceye girenlere çeşitli ödül verilecek.
Ayrıca festival çerçevesinde düzenlenecek 5 bin dolar ödüllü yarışma ise herkesin katılımına açık olacak. Adrian-Anita, Luis Vazquez, Alex Lima, Manga Gopal, Kik-Ali, Neeraj-Gosia, Leon Rose ve Süper Mario gibi dünyaca ünlü starların katılacağı festivalde ayrıca Latin TR de Türkiye'de ilk kez canlı performans sergileyecek. İHA
sa-bır-sız-la-nı-yo-rum!

25 Mayıs 2009 Pazartesi

ANTALYA 1. BACHATA FESTİVALİ

Profesyonel değilim ama, dans; her ne kadar burada bahsetmesem de, özellikle Ankara'dayken vakit ayırdığım, çok keyif aldığım şeylerden biriydi. Cumartesi gecesi, Antalya 1. Bachata Festivali; Antalya Aydın Beach Park'taKi Nirvana Beach Club'ta gerçekleştirildi. Ben de oradaydım doğal olarak :)
Ankara, İstanbul, İzmir, Bodrum ve Antalya'dan katılım vardı. Bütün akşam, salsa ve bachata çaldılar. Gündüz yapılan yarışmalara yetişemedim, ama sırf gece performanslarını izlemek bile çok keyifliydi. Tabii bir de dans etmek...Çok özlemişim.
Önümüzdeki hafta ise Salsa Festivali var, yerini ve saatini henüz öğrenemedim. Ancak orada olmak için dayanılmaz bir istek duyuyorum.
Bachata nedir diyenler için güzel bir örnek, Aventura-Cuando Volveras ya da Aventura-Obsession. Dinleyin derim.
p.s: Ne akla hizmet fotoğraf çekmedim bilmiyorum. O kadar keyifliydim ki, aklıma bile gelmedi sanırım...

23 Mayıs 2009 Cumartesi

Donna ve the Water Music'e.Mektuplarına hala cevap yazmadıklarıma

Side'ye taşındığımdan beri, hiç yeni kitap almamıştım. Buraya getirdiklerimi de bitirince, sıcakta maket boyaları fırçaya daha çabuk yapışıp kurumaya başlayınca, internet başında geçirdiğim her an vicdan azabını kalbimin derinliklerinde hissetmekteyken giderek, artık yeni kitaplara yelken açmanın vaktidir dedim ve nehir kıyısındaki o kitapçıya gittim. Sayfalarını çılgın rüzgarların çevirdiği cesur kahramanlı kitapları özlüyorum ben en çok. Ama onlar çocukluğumda kaldı. Hemen aklıma gelen birkaç tanesi; mercan adası, pembe yunus, ıssız ada, iki yıl okul tatili... Robinson Crusoe'yu saymama gerek yoktur sanırım. Çocukken denizle ilgili kitaplara inanılmaz meraklıydım. Hatta hala söylerim, erkek olsam yapacağım tek iş gemi kaptanlığı olurdu. Hem de öyle lüks gemiler filan değil istediğim. Aksine, salaş, boyaları dökülmüş, tahtaları gıcırdayan bir gemide miçoluktan başlayıp kaptanlığa terfi etmek benim için en büyük mutluluk olurdu sanırım. Şimdi yaptığım işle kıyaslayınca, Tanrım, ne korkunç diyorum içimden...
Neyse ne diyordum, kitapçıya gittim. Kitapçıdaki çocuk hemen E*lif Ş*afak'ın A*şk'ını dayadı burnuma. Tamam okuyacağım ama önce popülaritesinin geçmesi lazım. Hande Altaylı'nın Maraz'ını istiyordum, kalmamış, yenisi de henüz gelmemiş... Sonunda Kürşat Başar'ın Başucumda Müzik'ini ve Tom Robbins'in Parfümün Dansı'nı aldım. Kürşat Başar'dan başladım, ancak bitiremedim. Çünkü Kaymak kitabımı yedi. Aynı gün güneş gözlüğümü de yedi ama, inan ona hiç kızmadım. Kitabı yemesine çok sinirlendim. Çaresiz, Parfümün Dansı'na başladım. Ama Başucumda Müzik'in yenisini almalıyım. Merak peşimi bırakmıyor.

18 Mayıs 2009 Pazartesi

Hani bazı insanlar vardır, gerçekten özel olduklarını bilirsiniz. Sanki insan siluetinde, ama daha üstün bir varlıktır. Ona duyulan, aşkla hayranlık karışımı bir şeydir.
Bazen Tanrı, dünyaya bu insan siluetli meleklerden gönderir. Bizler için... Görevleri bitince, siluetlerini burada bırakıp yeniden geldikleri yere, cennete dönerler. Bugün, bir meleğimizi uğurladık... Bir ömür, onbinlerce ömüre ışık oldu, hayat oldu. Keşke, onu giderayak bu kadar üzmeseydik...

17 Mayıs 2009 Pazar

HOŞGELDİN BEBEK!

Bugün öğleden sonramı, gerçek bir güneş ve deniz görgüsüzü kıvamında geçirdim.Giydim şıpıdık terliklerimi, deniz kenarında suya bata çıka yürüdüm. Denize giren turistleri içten içe kıskandım, ama haziranı bekleyeceğim denize girmek için. Hiiiiiç üşüyemem. Akşamüstü oldu, evime geldim. Buraya kadar herşey normal. Fekaaaat...Efendim bu akşam itibariyle, ev nüfusumuz çoğaldı.
Aç sefil bi şekilde yemek hazırlarken, dışardan bir vikleme duymaya başladım. Daha doğrusu, yaklaşık yarım saatten beri duyduğum sesin kedi viklemesi olduğuna ancak idrak ettim. Çıktım baktım; caddede, orta refüjde, zakkumun içinden iki göz bana bakıyor.
Ama gözler... Kafanın yarısından çoğunu kaplıyor. Kucağıma aldım diyeceğim ama, aslında elime almam yetti. Minnacık... Eve getirdim çaresiz. Biraz daha viklerse, civardaki bütün köpekler toplanacak çünkü. Neyse geldik, Tabii Kaymak hiç hoşlanmadı bu durumdan. Banyoya götürdüm, çay tabağına süt koyup başında beklemeye başladım. Kedicik de bekliyor. Var bi terslik... Baktım olmuyor, aldım bir enjektör; cuk cuk süt içme seansı ve elimde uykuya dalıverdi. Şimdilik içeri odada, Kaymak'ın seyahat kafesinde misafir, ama ben Kaymak'ın şimdiden Bir Schindler's List yaptığına eminim. Off off... Bir çözüm bulmam lazım...

NE ALIRDINIZ?

Bütün dünyaya kahve zincirimle yayılmaya ve bu alanda ün yapmaya karar vermiş bulunmaktayım.İşte spesyalim!


16 Mayıs 2009 Cumartesi

SİYAH

Şu insan denen şey çok garip bir mahluk. Bir yandan sürekli deli gibi alışıyoruz, bir yandan hala, bıkmadan usanmadan şaşırabiliyoruz.

Beklentisiz hayat,mümkün değil. O zaman işin rengi değişir. Çünkü o zaman, herşey gerçekten korkunçlaşır. Beni hayata bağlayan, umut, iyimserlik.

Belki bir türlü bakmaktan vazgeçemediğim o narsizm aynalarımı kırmam gerek artık. Ama ben, herkese o aynadan bakıyorum ya...

Bir çember var, üzerinde de iki nokta.Birinde ben varım. Sanki, hep o diğer noktayı yakalamaya çalışıyorum, lakin aramızdaki mesafe hep sabit... Zaman değişiyor(belki de bana öyle geliyor), kişiler değişiyor(buna eminim),senaryo değişiyor(tartışılır), ama hep aynı son.

Ben artık çok sıkıldım.

11 Mayıs 2009 Pazartesi

Eski Bir Şarkı Gibi...

Evet, pırıl pırıl bir gökyüzüne uyanıyorum her sabah. Denizin kokusunu her akşam içime çekiyorum kıyı boyunca yürüyüp. Hatta dün, Apollon'a kadar yürüyüp güneşi denize batırdım.Evet artık her akşam yüzüme vuran pembe güneşe çok alıştım. Evet hala her akşam inatla bir deniz kabuğu daha koyuyorum cebime. Ama artık, içimden yükselen sesi bastıramıyorum.
Özledim.
Hem de deliler gibi. Grisini, yağmurunu, çamurunu, yanından geçerken işitme kaybına yol açan o kamyondan bozma kırmızı otobüslerini, o kalabalığını, yollarını, evlerini, anlamlı-anlamsız altgeçitlerini, Kuğulu'yu, kedilere kucak açan Dost'u... Ben, sende bıraktıklarımı özledim Ankara. Ama gelmeyi yüreğim kaldırmıyor...

5 Mayıs 2009 Salı

SEVGİLİ HIDIR

İki gündür sabahları yağmurla uyanıyorum. İlk kahvemi yağmur eşliğinde içiyorum, öğlene doğru güneş parlamaya başlıyor. Ama öyle bir yağıyor ki, sanki denizden kovayla alıp kafamıza döküyorlar. 5 dakika altında kalsan sırılsıklam olursun,öyle bir yağmur. Sıcak günler gelmeden yağmurun tadını çıkarmak lazım. İnsanlar neden yazın sıcaktan şikayetlenir, neden kışın baharı özler, hiç anlamam... Yaşadığın anın kıymetini bilmek lazım.



Terzinin kendi söküğünü dikemezmiş. Ben de dikemiyordum doğal olarak. Bekleyen dişlerimi sonunda bir meslektaşın ellerine teslim ettim. Üstümde kocaman bir yüktü, bitti gitti, oh...




Ve en önemlisine geldik sevgili blog, sıkı dur, bugün Hıdırellez! Bir yıldır biriktirdiğim tüm dileklerimi, tüm hedeflerimi, hatta hayallerimi uzun uzun yazacağım kağıtlara. Gerek gördüğüm yerlerde çizerek anlatıcam! Karışıklık filan olmasın. Çünkü, gül ağacının altına koyduğun kırmızı araba ferrari olmasına rağmen, gelen araba ancak yandan yemiş bir ferrari olabilecek punto olabiliyor. Tabii dilerken, gerçekçi dilemek lazım. Yine de,alacağım bahçeli ev için, işe köpekle başlamanın akıllıca olduğu kanısındayım.
Siz hazırlığınızı yapın, beklediğiniz şey mutlaka gelir, yeterince hazırlanırsanız eğer... Yazdığınız kağıtları gülün altına koyarken dua etmeyi, kağıtları ve bozuk paraları sabah gün ağarırken toplamayı unutmayın.



Bu Sıla'nın sesi niye bu kadar etkiliyor ki beni....

24 Nisan 2009 Cuma

everything changes


Zaman geçiyor sevgili blog. Her geçen gün biraz daha alışıyorum yeni hayatıma. Küçük planlar bile yapmaya başladım biliyor musun... Mayıs ortası itibariyle, iyice ısınan havayı fırsat bilip dalış okuluna kayıt oluyorum. Şimdi nerede olduğunu bilmediğim fırça ve boyalarımdan vazgeçip, yeni bir set alıp, yeniden makete başlıyorum. Yeni filmleri ajandama bir bir not ediyorum, en kısa zamanda dvdlerini edinmek üzere. Küsüm kitaplara, zira uzun saatler boyu okumaktan bir parça yoruldum bu ara. Eskiyi çok düşünür oldum, yeterince uzaklaştığımdan mıdır nedir, epey silikleşmişler artık. Anımsayamıyorum. Galiba işe yaradı planım :)
Biliyor musun, törpülendim ben burada. Her şeye kızmamayı, derin bir nefes alıp yüzüme kocaman bir gülümseme yerleştirip herşeyi yeni baştan anlatmayı, gerekirse bunu iki-üç kez tekrarlamayı, kendime rağmen susmayı, kendime rağmen konuşmayı, kendime rağmen vazgeçmeyi, kendime rağmen kabullenmeyi öğrendim.
Kalınlaşıyor kabuğum, geri dönüşümsüz bir değişim içindeyim. Aşka inanmak istiyorum.





23 Nisan 2009 Perşembe

23 NİSAN KUTLU OLSUN!

Hepimizin bayramı kutlu olsun. Kıymetinin bilinmesi dileğiyle...

21 Nisan 2009 Salı

HAYAT BAZEN DAHA GÜZEL


Hava süper. İşteyim ama sızlanmıyorum, nasıl olsa akşam yine deniz kenarındayım. Dün kötü bir gündü, her açıdan. Gittim deniz kıyısına, anlattım derdimi suya. Aldı götürdü. Bir de tatlı esinti çıktı ki...

Denize doğru gel, gel... Rüzgar esince yel yel...

Güneşin batışını izlerken, yüzüm güneşe dönük, rüzgarda savrulan saçlarım, içime işleyen ılıklık, ayaklarımı yıkayan tuzlu su ve bastıkça çıtırdayan deniz kabukları... Can sıkıntısı diye bir şey barınamaz insanın içinde.

Yine yapacak çok işim var; çevirmem gereken onlarca sayfa makale, gelecek misafirlerime hazırlık... Keyifli bir telaş içindeyim anlayacağın.


P.S: Dalış okulu araştırmaktayım.

17 Nisan 2009 Cuma

BLOCKHEADEDNESS


Bazen, bazı olayların, gayet planlı bir biçimde, bizi sınav yaparmışçasına başımıza geldiğine daha bir inanır oldum bu aralar.

Komplikasyon.

TDK sözlüğüne göre tanımı: Hastalık sırasında ortaya çıkan ve hastalığın temel özellikleriyle ilişkili olmayan her türlü olumsuz sağlık olayı veya süreci. Anlam itibariyle çeşitlendirilebilir; operasyon sırasında yaşanan beklenmedik bir olay da komplikasyondur, ilaç kullanımına bağlı olarak da komplikasyon gelişebilir. Hastaya başlarken olabilecek aksilikler hakkında bilgi verseniz de, her türlü önlemi alsanız da, hasta gülümseyerek yanınınzdan çıkıp 2 gün sonra sessizce genel müdürün odasına süzülür, korkunç kıt bilgisiyle, birbiriyle çelişen, temelsiz bir şeyler yumurtlar aklınca. Tabi memnun kalmadığı için asla ödeme yapmayacağını da araya sıkıştırır!Özetle, başınıza her an gelebilecek(hastaya dokunduğunuz sürece) bir olaydır ve tabir yerindeyse hastanın elinizde patlamasıdır. Yani olacağı vardır, sebebi siz olursunuz. Sizden kötüsü olmaz vs. İşlem sırasında sarfettiğiniz efor, hasta için feda ettiğiniz öğle aranız, döktüğünüz ter, insanların gözünde kaybettiğiniz prestij ve daha sayamayacağım bir çok şey de yanınıza kar kalır. Ha bu arada, cumartesi dikişlerini alacağım...

14 Nisan 2009 Salı

SÖZÜN BİTTİĞİ YER


Küçücük bir kızken görmüştüm onu ilk kez... İzmir Devlet Hastanesi'nde... Ufak bir rahatsızlık için yatan annemin yanından ziyaretten dönerken, duvara asılı bir konferans ilanındaydı o kızıl saçlı, nur yüzlü kadın... Birkaç gün sonra, tam da annem hastaneden çıkacakken, konferans dağılıyordu, ve ben uzaktan onu gördüm. "Türkan Teyze!" diye seslendim, döndü, gülümsedi, el salladı bana. Öyle heyecanlanmıştım ki...

Bugün, giymekte olduğum beyaz önlüğün en önemli motivasyoncularından biridir Türkan Saylan. Yıllar sonra, İstanbul'a bir arkadaşımı ziyarete gittiğimde, sırf onunla birkaç cümle konuşabilmek için saatlerce beklemiştim Çapa Tıp Fakültesi'nin bahçesinde. O güler yüzlü, o şifa dağıtıcısı, o çok bilgili, o çok öğrenen, o çok öğreten, o çok merhametli, o çok azimli, o çok başarılı, o enerji taşan ufacık tefecik kadın. Herşeye meydan okuyan o koca çınar. Sabah, TV'de açıklama yaparken bile "aşk mektuplarıma dokunmazdınız inşallah" diye espri yapıyor; canım benim... Sana yaptıklarına inanamıyorum. Bu kadarına gerçekten inanamıyorum. Şu hasta halinle seni üzmelerine dayanamıyorum. Çok endişeleniyorum. Senin yapacak daha o kadar çok işin var ki... Yazıklar olsun bu insanlara... Diyecek başka söz bulamıyorum...


P.S: Son fotoğrafını koyamadım, onu hasta hasta o halde konuştururlarken görünce gözlerim doldu...

12 Nisan 2009 Pazar

GEZELİM GÖRELİM PAYLAŞALIM




Side Antik Kenti'nin Akdeniz'e uzanan küçük bir yarımada üzerinde İ.Ö. 7. yüzyılda Batı Anadolu'da yaşayan Kymeliler (Bugünkü Aliağa) tarafından kurulduğu söylenir. Ancak şehri kurdukları iddia edilen Kymeliler'in zamanla kendilerini unutarak Side dilini kullanmaya başlamaları kuruculuktan çok güneye göçü ve yerli halka karışımı işaret eder. Şehirde kullanılan yerel dile göre Side; 'Nar' anlamına gelmektedir ki 'Nar' Anadolu'nun bereket sembollerinden olup Roma İmparatorluğu dönemine dek şehrin sembolü olarak Side sikkelerinde kullanılmıştır. Şehrin tarihi kaderi, bölgeninkinden farklı değildir.Side Antik Kenti, İ.Ö. 6. yy'da Lydia, 5.yy.'da Pers, 4. yy'da İskender, ardından da Hellenistik krallıkların egemenliklerine girdiği gözlenir. Şehrin en parlak dönemi İ.Ö. 1.yy.'da Roma ile ilişkilerin kurulmasıyla başlar. Bu parlak dönem İ.S. 3. yy'a kadar sürer. Side Antik Kenti bu dönemde hem Akdeniz'in en önemli liman kenti ve en işlek esir pazarı, hem de kültür ve eğitim merkezi olmuş, bugün dahi ayakta olan görkemli yapılar bu dönemde inşa edilmiştir.
Şehir önemini 5. yy. sonunda kaybetse de, 10.yy'da tamamen terk edilene dek küçük bir
Hristiyan kenti olarak hayatını sürdürmüştür. 10. yy'dan sonra gerek depremler gerekse savaşlar nedeniyle şehrin yanıp halkının Antalya'ya göç ettiği anlatılmaktadır. Bizans tarihçileri
10. yy'da Side Antik Kenti'nin korsan yatağı olduğunu, Arap coğrafyacı İdrisi (1150) ise
yangınlar sonucu terk edilen bu önemli liman kentinde yaşayanların Antalya'ya göçmesinden
dolayı buranın "Yanık Antalya" olarak anıldığını söyler. Side'de son yoğun yerleşim 1895 yılında Girit Adası'ndan göçen Türkler tarafından gerçekleşmiştir. Kalıntılar üzerindeki Selimiye adlı balıkçı köyü bugünkü çekirdeğini oluşturmuştur.

Bugün asfalt kaplı olan ve her iki yanında yer yer sütunlu galerinin izlenebildiği ana cadde, agora ve tiyatrodan sonra yarımadayı kat ederek limana ulaşır.

Agoranın karşısındaki onarılmış hamam kompleksi günümüzde Side Müzesi olarak kullanılmakta, kazılarda ele geçmiş tüm buluntular değişik mekanlarda sergilenmektedir. Side Tiyatrosu tipik Roma devri özellikleri gösterir. Yaklaşık 15.000 kişilik kapasiteye sahip olup onarım çalışmaları devam etmektedir. Anıtsal girişin önünde küçük boyutta tiyatronun tanrısı Diansos'un tapınağı yer alır.

10 Nisan 2009 Cuma

KENE BURDAYIM!

Dün akşam üstü köpeğimi veterinere götürdüm. Bir tane karma aşısı vardı o yapıldı, muayene edildi, zaten canavar gibi ama yine de sağlıklı olduğunu duyunca içim rahat etti. Ammaa, veteriner öyle bişey dedi ki, dün akşamdan beri içimde bir huzursuzluk...

Malum önümüz yaz, her yer yeşillendi, hava nemli, toprak nemli, bizim Kaymak pür neşe, bulduğu her ot öbeğinde debelenmeye bayılıyor.

Efendim konumuz KENE. Nasıl bi yaratıksa bu, ölmüyor kardeşim. Habire replikasyon bi direnç bir başkaldırı... Bu ne asiliktir. Her yıl ilaçlar canavarlaştıkça, keneler de canavarlaşıyor. Bana öyle geliyor ki bunlara uygulanan bi ilaçlar bunlara sadece spor yaptırıyor bakıyorsunuz hayvan seneye daha bi güçlenmiş kuvvetlenmiş. Neyse efendim dış parazit aşısı olarak kullanılan ense damlaları her yıl yenileniyormuş, hayvanı korurmuş. Ama bu da yetmezmiş. Şimdiyse karşımızda KENE SPREYİ. İnsanlar için. Kıyafetlerinize, yatagınıza, pencere kenarlarına, balkon kapısı girişine vs sıkıyorsunuz. Keneler giremesin diye.Şişeleri de pek bir uyduruk ama, inşallah korur...
Bir de kene çıkarma kiti diye bir şey var ki evlere şenlik...

7 Nisan 2009 Salı

GÜNDEM

Barack Obama Türkiye'ye geldi, hayırlısıyla bir gitse diye dua ediyorum. Sanki o adamcağız burdayken biri bişey yapacak, sonra ortalık karışacak, başımız ağrıyacak.Resmen bir orduyla geldiler, gerilmemek elde değil...Ankara'da olmamama rağmen, İstanbul'a geçişiyle bir nefes aldım :) Bana ne oluyorsa!


Rasmussen'in;


"Bu şekilde karşımıza çıktığı için" özür dilemesini yanlış anlamamamız için bizi uyardığına ne denir, bilememekteyim.

Nato Zirvesi'nden bu yana neden fikirlerinin değiştiğini(!) sorgulamaktayım.

4 yıldır Roj TV'nin ne ile alakalı olduğunu hala anlamadıklarına hayret etmekteyim. İki koldan yapılan araştırmaya rağmen bulunamamış...Gerçekten mi...

Hastanede yapılan modern (?) tedaviden neyi kastettiğini düşünmekteyim. Hayır yani, ne olacaktı ki başka?

Karikatür mevzuu zaten külli hasar... Diyecek lafım yok...

5 Nisan 2009 Pazar

PAZARLAR GÜZELDİR




Sonunda pazar günlerimi evde geçirebileceğim bir yerde çalışıyorum, yaşasın! Sabah uyandığımda yağmur vardı, şimdiyse gökyüzü pırıl pırıl. Geçen gün Kosta Rika'ya epey iç geçirmiştim. Ama bugün, son çektiğim fotoğrafları incelerken, aradığım mutluluğun her gün yürüdüğüm kumsalda olduğunu keşfettim. Galiba çok şanslıyım...Şu manzaranın güzelliğine bakar mısınız... Amatör bir kamerayla amatör bir çekim üstelik.

2 Nisan 2009 Perşembe

ÖZGÜRLÜK TUTKUSU


Yeni bir adet edindim bu aralar. Hürriyet'in ana sayfasında her gün farklı bir ülkeye ait fotoğrafları yayınlıyorlar. Uydu görüntüsünden doğal güzelliklerine, çarşısından kumsalına, tarihi yapılarına dek... Mesela bugün Kosta Rika günüymüş. Gerçek bir coğrafya özürlü olan ben, bu vesileyle ülkelerin haritadaki yerlerini de öğrenmiş oluyorum. Ama daha önemli bişey var; o fotoğraflara baktıkça oralarda olmak, o denizlerde yüzmek, o çarşılarda gezmek, o ülkelerin havasını solumak için yanıp tutuşuyorum. Bekle beni Kosta Rika, bir gün sana da geleceğim!

31 Mart 2009 Salı



Konuşmamla dinlemem arasında ciddi bir denge var. Dinlersem, çok az konuşuyorum. Eğer kimse konuşmuyorsa, o zaman kendi sesimi dinlemeye başlıyorum. İşte blogumun hikayesi.

Hiç tanımadıgım bir şehre yerleşmek gibi bir çılgınlık yaptım. Herşeye sıfırdan başlamak için. Şimdi, Ankaradaki'nden çok farklı bir hayatım var. Düzenli bir hayat... Her akşam aynı saatte işten çıkıp yürüyüşe gidiyorum. Güneş batarken. Denizle göğün aynı renk olduğu saatte. Huzur...işte içimdekini anlatan kelime bu. Artık sadece ben ve sessizlik varız. Hiçbir şey için telaşlanmıyorum, trafiğe takılmıyorum, her yere yürüyerek gidiyorum. Yağmurun sesini dinliyorum. Mutluyum galiba...Hoşgeldin sevgili blog.